Kanal D, yeni yayın dönemini yepyeni ve iddialı bir yapımla karşılıyor. Orhan Kemal’in romanından uyarlanan “Hanımın Çiftliği”, kadrosu kadar setiyle de görkemli... Çünkü 50’li yılların atmosferini yansıtabilmek için özel olarak hazırlanan çiftlik evi, çırçır fabrikası ve teneke mahallesi, Hollywood platolarını aratmıyor. Fragmanları çıkar çıkmaz olay olan, 1950’leri günümüze taşıyan bu klasiğin başrollerinde ise Mehmet Aslantuğ, Özgü Namal ve Caner Cindoruk var. İlk bölümü bu akşam ekrana gelecek olan dizinin detaylarını bu üç başarılı oyuncudan öğrendik.
Nasıl gidiyor çekimler?
- Mehmet Aslantuğ: İyi gidiyor. Tek derdimiz sıcak ve rutubet. Malum, Çukurova...
- Caner Cindoruk: Dizi ortamından çok sinema filmi ortamında gibiyiz, bu yüzden süper gidiyor.
KONAK İNŞA ETTİLER
Dizinin çekimlerinin yapıldığı dört ana mekândan birisi olan ve Muzaffer Bey'in evi olarak kullanılan konak, Adana'ya 25 km. uzaklıkta bulunan Karataş İlçesi'nin Karaahmetli Köyü'nde inşa edildi.Toplam 10 bin metrekarelik bir alan içerisinde yer alan konak 800 metrekare yer tutuyor. İki kat ve 12 odadan oluşan konak yapılmadan önce, aynı yerde ahşaptan yapılmış eski bir ev vardı ve bu dizide kullanılacak konağın yapımı için bu ev yıkıldı. Yıkım işlemi tamamlanmasının ardından 33 gün içerisinde yeni bir konak inşa edildi. Her bir katı 3,5 m. yükseklikte olan konağın inşaatında her gün 50 ila 100 kişi çalıştı.
- Özgü Namal: Tatlı zorlukları var tabii ama bence de gayet iyi gidiyor.
1950’lerde olmak nasıl bir duygu?
- Ö.N: Gerçekten rüya gibi... O yıllarda yaşamayı isterdim.
- M.A: Otomobiller, kostümler, saçları o dönemin modasına göre yapılmış kızlar falan sahiden götürüyor bizleri o döneme...
- C.C: Bir de Adana çok fazla değişen bir şehir değil. Burada hâlâ 50’lerdeki insani değerleri bulabilirsiniz mesela...
Biraz karakterlerinizden bahseder misiniz?
- M.A: Birkaç Muzaffer var diyebiliriz aslında. Bir yanı, geniş maddi olanaklarla büyümüş, feodal yapı içinde kendi sınıfının özel temsilcisi Muzaffer Ağa... Mesafeli, dokunulamaz, sert... Bir diğer Muzaffer, eğitimli, görgülü, siyasi duruşunda bir derinlik taşıyan, esprili bir sohbet erbabı... Üçüncüsü, uzun süren yolculukları kaçış gibi gören ve o yolculuklarda temsil etmek zorunda olduğu birçok şeyden kaçmayı deneyen, kadınlarla kısa süreli ilişkileri seven maceraperest Muzaffer... Ve son olarak saklanmış bir tutkunun adamı!
- C.C: ışçiyim ben. Muzaffer Bey’in çırçır fabrikasında yağcıyım. Kavuşamadığım, birleşemediğim bir aşk var.
- Ö.N: Güllü 19 yaşında, çırçır fabrikasında çalışan, asi, emeğine sahip çıkan, kadının mal gibi alınıp satıldığı bir dönemde gerçekten çok aşık olduğu Kemal’e varmak için her şeyi göze alan bir kız.
BİZ BU PROJEYE VE EKİBE İNANDIK
Karakterlerinize hazırlanmak için ne gibi çalışmalar yaptınız?
- M.A: Çok özel bir şey yapmadım.
- C.C: Bana çok uzak bir coğrafya değil burası. Adanalı’yım. Bir de benim dedem eskiden çırçır fabrikasında yağcılık yapıyormuş. Böyle bir tesadüf söz konusu. Ben dedemin, amcalarımın fotoğraflarından, mahallemizdeki büyüklerin arşivlerinden yararlandım. Her ne kadar Adanalı olsam da döneme ait duruştan konuşma tarzına kadar her şeyi çalıştım.
- Ö.N: Öncelikle tabii ki bütün oyuncu arkadaşlarla Orhan Kemal’in “Vukuat Var”, “Hanımın Çiftliği” ve “Kaçak” romanlarını okuyup inceledik. Daha sonra karakterle ilgili olarak önce yönetmenimiz Faruk Teber’le sonra da senaristimiz Zülküf Yücel’le çalışmalar yaptık. Ardından da kostüm ve saç denemeleriyle karakterleri oluşturmaya başladık.
İstanbul’dan, ailelerinizden uzak kalmak zor olmuyor mu sizler için?
- M.A: Alışkınız... Bu, yaklaşık beş yıl aradan sonra başladığım ilk televizyon çalışması. ıstanbul’da, evime yakın, daha hızlı çekilebilecek işler yerine, bu inanılmaz nem ve sıcakta çalışıyor olmanın tek nedeni var: ınanmak! Daha iyi bir işe, daha iyi bir iş çıkarmak için emek verenlere inanmak... Gönül veren, riske giren, ter döken herkesin emeğine, yüreğine sağlık...
- C.C: Ben Adana’da doğup büyüdüm, tiyatroya burada başladım, ama iki yıl önce dört arkadaş ıstanbul’a gittik. Üçümüz şans eseri bu dizide yer aldık. Ağanın yeğenini “Zaloğlu”nu oynayan Necip Memilli, 12 yıllık arkadaşım. Burada birlikteyiz, o yüzden bana şehir dışında çalışıyormuşum gibi gelmiyor.
İSTANBUL DİZİLERDEN ÇOK YORULDU ARTIK
Bu dönem, İstanbul dışında yapılan çekimler çok popüler...
- M.A: ıstanbul yoruldu. Mekan olarak da, ıstanbullu olarak da...
Çırçır fabrikası çekimleri zor muydu?
- C.C: Bunun için ayrı bir bina inşa edildi. Dönemin makineleri bulundu. ıçeriye girdiğiniz zaman pamuklar uçuşuyor, boynunuza kadar yapışıyor. ıki günde zor temizledik. Zaten babam uyardı, “Dikkat et, deden ince hastalığa yakalandı. Çok nefes alma” dedi. Çekim aralarında bol su ve ayran içtik.
Eğer geçmişte yaşamak isteseydiniz, bu hangi dönem olurdu?
- C.C: Ben 70’lerde yaşamak isterdim.
- Ö.N: Ben de 70’li yıllarda yaşamak isterdim.
KİBİR KİMSEYİ BİR YRE TAŞIMAZ
Bu dizide sizi en çok heyecanlandıran şey ne oldu?
- C.C: Bir kere çok doğru bir cast seçimi yapılmış. En büyük rolden en küçüğüne kadar herkes özenle seçilmiş.
- Ö.N: Romandan müthiş bir şekilde uyarlanmış olması... 13 bölümün hazır olması... Diyalogların ve hikâyenin doğallığı... Uzun zamandan beri hiçbir senaryo beni bu kadar heyecanlandırmamıştı.
- M.A: Ben bir şey eklemek istiyorum... Sinemaya ya da televizyona yeniden uyarlanan çalışmaları kıyaslarken, ucuz polemiklerden uzak durmak, seviyeli ve saygılı olmayı bilmek gerek. Kibir kimseyi bir yere taşımaz, taşıdığı sanılan yerde de tutmaz!